ŞAM – İskenderun Sancağının anavatanı Suriye’den koparılması suçunun 75. Yıldönümü; Sancağı, 2. Dünya harbinde ortakların yanında yer almasına karşılık o zamanın Fransız ve İngiliz işgalleriyle 3’lü ittifak gereğince rüşvet nevinden alan ve kendi topraklarına gerekçesiz bir şekilde katan Türkiye’nin kara tarihini zihinlere getiriyor.
Türkiye’deki AKP rejimi aynı senaryoyu günümüzde terör örgütlerine desteği ile teröre daha fazla destekle temsil olunan batı ve Amerika Birleşik Devletlerine ek hizmetler sunma yoluyla tekrarlamaya çalışıyor.
Terörü destekleyen ve son yıllarda Suriyeliler hakkında katliamlar işleyen Receb Tayyib Erdoğan rejiminin suç ve saldırıları, keza İskenderun Sancağındaki Suriyelilerin haklarını çalan ecdatlarının suçları da sayılmakla bitmez, ancak Sancaktaki Suriyeli hak bakidir öyle ki, zaman ne kadar geçerse geçsin sahibine döneceği işgal edilen bir Suriye Arap toprağı olarak anısı Suriyelilerin akılları ve vicdanlarında kalmaya devam edecektir.
Suriye’nin kuzeybatısında yer alan ve Akdeniz’e bakan İskenderun Sancağı 4800 km kare alana sahip şu anda bir milyon nüfusa sahiptir. Oysa 1920 yılında Türklerin oranı % 20’yi geçmiyordu. Araplar Hicri 16 yılında Bizanslılardan kurtarmış kimliğini geri vermişler, toprağını imar etmiş Bizanslı Rumlara karşı birinci hat olarak takviye etmişlerdir.
İskenderun Sancağı Bağdat’taki Merkezi Arap İslam Devletinin zayıflaması sonrasında dış işgal girişimlerine karşı askeri bir kale olarak kalmıştır.
Haçlılar İskenderun Sancağını 1096-1291 yılları arasında Maşrik-i Arabi’yi işgalleri esnasında işgal etti. Ancak Araplar 1187 yılında Hattin Savaşından sonra Salahuddin el Eyyubi komutanlığında Kudüs’ün kurtarılmasından sonra tekrar kurtardılar. Eyyubiler Devletinin düşmesinden sonra da Osmanlılar Arap Bölgesini işgal ederek İskenderun Sancağını Halep Vilayetine kattılar.
Osmanlı işgali sonucunda Arap ülkelerinin başına gelen fakirlik ve gericilikten İskenderun Sancağı da nasibini almıştır. Sancak Mısır ve Şam derinliğinden hiç bir zaman kopmamış bilakis, Osmanlılara karşı Prens 2. Fahruddin el Maani’den İbraihim Bin Muhammed Ali Paşa devrimlerinden 1916 yılında Büyük Arap Devriminin başlamasına kadar bütün devrimlerle beraber olmuştur. İskenderun Sancağı evlatları Osmanlı işgaline karlı direnişe katılmış ve Maşrik-i Arabi’den kovmuştur.
Osmanlıların 1. Dünya Harbindeki hezimetinden sonra Sancak, 1916 yılında Fransa ve İngiltere arasında gizli bir şekilde sağlanan Sikes-Piccot taksim ittifakının kurbanı olmuş ve Fransız işgalinin nasibine düşmüştü. Osmanlı Devleti hezimete uğradığını itiraf etmiş ve ortak güçlerle 10 Ağustos 1920 yılında imzalanan Sevr muahedesinde İskenderun Sancağı’nın Araplılığını ikrar etmiştir.
Fransa ve İngiltere Maşrik-i Arabiye el koymuş, o merhalede oluşan değişiklikler gereğince sınırlarını çizmeye devam etmişlerdir. 1923 yılında modern Türkiye Devletinin kurulmasından sonra da Fransa, aynı yıl içerisinde Lozan anlaşmasını kendisiyle imzaladı, bu anlaşma mucibince Suriye’nin kuzey bölgelerinden elini çekmiştir. Böylece Suriye-Türkiye sınırları güney yönüne intikal etmiş, idari olarak bağımsızlığını ve İskenderun Sancağı adını almış bu bölgedeki Türk hırsları bitmemiştir. Ta ki 1936 yılının Kanuni Sani (Ocak) ayının 10’unda İdari Örgütler Kanununun çıkmasına kadar diğer iller gibi Suriye ili kalmıştır. Liva yani Sancak kelimesi ise teamülde galip kelime olarak kalmıştır.
1936 yılında da istiklal için Suriye’nin bütün kentlerinde Fransa’ya karşı 40 gün süren gösteriler patlak verdi. Buna karşı Fransa boyun eğerek Suriye ile aralarında Liva’nın da dahil Suriye’nin hürriyet ve istiklalini ve Milletler Cemiyetine girişini garantiye alacak sözleşmeyi aynı yılın 9 Eylülünde imzaladı.
Liva’nın Suriye Devleti dahilinde kalmasını reddeden Türkiye, aynı Suriye ve Lübnan ülkelerinde olduğu gibi bağımsız bir devlete dönüştürülmesi ve aralarında federal bir birliğin kurulmasını talep etmiş ve davayı Milletler Cemiyetine taşımıştır.
Öte yandan Fransa, mandacı devleti mandası altındaki topraklardan herhangi bir bölümünden feragat etmesinden men eden manda sözleşmesine uymamış oldu.
1936 yılının Aralık ayında da Milletler Cemiyeti, Liva’da baskıya maruz kalan ve hürriyetlerini korumak istediği Türklerin sadece haklarını korumak istediğini iddia eden Türk talebini ele aldı ve Milletler Cemiyet başkanı uluslararası 3 gözlemcinin gönderilmesini önermiş Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen öneri onaylanmıştı.
Gözlemci heyet aynı ayda Antakya’ya varmış kentin muhtelif bölgeleri ve semtlerini gezmiş orada yaşayan sakinlerle tanışmış, taifelerin ileri gelenleri, siyasi ve dini kurum liderleriyle bir araya gelmiş isteklerine kulak vermişti. 1937 yılının Ocak ayında da Antakya, Reyhanlı, İskenderun ve Samandağ’ında yaşayan Araplar ve Ermeniler heyet önünde Suriye bayraklarını taşıyarak Liva’nın anavatan Suriye ile irtibatının korunmasını talep eden büyük mitinglere sahne oldu.
Uluslararası heyet, Türklerin çoğunluk teşkil etmedikleri İskenderun Sancağındaki büyük çoğunluğun Türkiye’ye katılmasına karşı geldikleri, Türklerin ise yerel otoriteler tarafından baskıya maruz kalmadıkları intibaıyla Cenevre’ye geri döndü.
Nazi Almanya’sıyla Avrupa kıtasındaki gerilimin başlamasıyla birlikte Liva’da uluslararası gözlemci heyetin varlığıyla Fransa ve Türkiye arasındaki iletişim devam etti. Ve 24 Ocak 1937 yılında bölgenin silahtan arındırılmış olarak Suriye Birliği çerçevesinde bağımsız özerk bölge üzerinde ittifaka varmışlardı.
Komite raporunu Sancak Sistemi ve temel kanunun üzerine kurulması gereken önerileriyle birlikte Milletler Cemiyetine sundu ve 29 Ocak 1937 tarihindeki oturumunda karara bağlandı.
Milletler Cemiyeti, Sancağın genel sistemi ve 55 maddeden oluşan temel kanununu hazırlayan ve 6 uzmandan oluşan bir heyet kurdu. 29 Mayıs 1937 tarihindeki oturumunda ise kararlaştırılarak uygulanması için 29 Ekim 1937 günü belirlenmişti.
Bu yeni nizam, Liva’nın içişlerinde bağımsız bir bölge olması, dış işleri de Suriye tarafından yönetilmesi, dışarıdaki Suriyeli diplomatik temsilci ve konsolosların çıkarlarını denetlemeleri, Suriye ve Liva arasında bir gümrük birliği yönetiminin kurulması, aralarında tek para birimi ve tek posta biriminin bulunmasını öngörürken Milletler Cemiyetinin Liva’nın işlerini gözetleyecek otoritenin Fransa uyruklu bir delege tayin edilecekti.
Milletler Cemiyeti tarafından kararlaştırılan kanun ayrıca, 4 yıl için seçilecek ve 40 üyeden oluşacak bir parlamento konseyinin kurulmasını öngörüyor, seçmenler yapılacak ilk seçimlerde Milletler Cemiyetinin teşkil edeceği uluslararası komite tarafından tescillenecekti.
Türkiye ve Fransa Milletler Cemiyeti önünde İskenderun Sancağının nihai durumuna çözüm olarak yeni düzenlemeyi kabul ettiklerini ilan etti. Türkiye’nin bu durumu kendisi açısından zafer olarak ilan etmesine rağmen tamahları devam etmişti.bu arada Fransız Yüksek Komiseri, Liva’da sisteminin Suriye bayrağının indirilmesiyle uygulanmaya başlamasıyla, Sancağın dışişlerini yöneten Suriye’nin bir bölümü olduğuna işaret eden yeni nizam metninde olduğu itibariyle Liva halkı tarafından büyük gösterilerle karşılık buldu.
Ocak 1937’de Türkiye’nin istekleri doğrultusunda seçim kanunu koyulmuş, Türkiye otoriteleri, sahte kimlikler verdiği on binlerce Türk seçmenini Sancağa Fransız otoriteleriyle ittifakla birlikte, baskı, tehdit, rüşvet ve cezp etme hamlesini başlatmıştır.
Nisan 1938’de de Milletler Cemiyetinin oluşturduğu komite seçimlerin yapılaması için Liva’ya vardı. Mayıs 1938’de de İskenderun, Kırıkhan ve Antakya’daki Araplar kayıtlı seçmen sayısında Türklere büyük bir üstünlük sağlamışlardı.
Türkiye açısından durumların bu zor aşamaya varması, aynı yılın Mart ayında Cenevre’de Fransa ve Türkiye arasında yapılan gizli ittifak ilan edilmiş Fransa bu ittifak gereğince gelecek Liva Konseyinde Türklerin üstünlüğünü garantiye alma taahhüdünde bulunmuştu. Söz konusu sözleşme uygulanmamakla birlikte Türkiye güçlerini İskenderun Sancağının sınırlarına yığmış, Fransa’nın taahhütleri yerine getirmemesi halinde Sancağı işgal edeceği uyarısında bulunmuştu.
Fransa taahhütlerini yerine getirmek için acilen harekete geçmiş ve Liva’daki delegesi Roge Garo’nun diliyle, talebini reddeden Arap ve Ermeni taifelerinden liderlerin Antakya Belediyesi Binasında düzenledikleri toplantıda, açık bir şekilde ilan etmişti. Böylece Fransa, urfi hükümlerini ilan etmiş uluslararası komiteden güvenliğin yok olduğu gerekçesiyle seçmenlerin kayıt eylemlerini durdurmasını talep etmiş ve komite bu talebe cevap vererek Fransa bu dönemde Türk unsurunun galip gelmesini garantileyecek despot icraatlar aldı.
9 Haziran 1938 tarihinde de Fransız delege Garo görevinden istifa etmiş ve bölgeden ayrılmıştı. Ayrılırken arkadaşlarına vicdanının, Sancak’taki ülkesinin politikalarını uygulamaya izin vermediğini ilan etmişti. Böylece Fransa Garo’nun görevini Kolonel Kole’ye vermiş oldu. Uluslararası komite seçmenlerin kayıtlarını devam ettirmesiyle birlikte Türk milisleri Arap Semt ve Köylerinde kayıt bürolarını basmış ve seçmenlerin buralara varışını engellemiş, kayıt için giden bütün herkesi tutuklamıştı. Bu icraata karşı gelen uluslararası komite 13 Haziran 1938 tarihinde Milletler Cemiyetine bir telgraf göndererek, otoritenin Araplara karşı uyguladığı ve seçmenleri ya Türk listesine kayıt olmaları veya vazgeçmeleri yönünde mecbur edici baskı eylemlerinden haberdar etmişti.
Fransa ve Türkiye’nin seçim özgürlüğüne yönelik komplolarını ve Türklerin çıkarına hileyle değiştirildiğini açığa çıkaran komite tutumuyla birlikte Fransa ve Türkiye komiteyle olan ilişkilerini kestiklerini ilan etmiş Milletler Cemiyetinden çağırılmasını talep etmişlerdi. Ancak komite seçmen kayıt işlemlerine devam etmişti. Türk otoritesi de buna karşılık kayıt büroları nezdinde ki Arap temsilcileri ve Köy Muhtarlarını tutuklama girişiminde bulundu. Arap lider ve gençleri tutuklamış hapisler tutuklularla dolmuştu. Böylece uluslararası komite kayıt bürolarını kapatmak zorunda kalmış Fransız ve Türklerin ihlallerini Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliğine ayrıntılı bir raporla göndermişti.
23 Haziran 1938 tarihinde Fransa ve Türkiye, Fransız güçleriyle güvenliği korumada katılım gerekçesiyle Liva’ya 2500 Türk askerinin geçirilmesi üzerine anlaştı. 29 Haziran 1938 tarihinde de uluslararası komite Liva’dan ayrılıp Lübnan’a geçmiş ve orada 150 sayfadan oluşan nihai raporunu hazırlamıştı.
Bu raporda, kendisinin Liva’da yaptığı bütün işleri, kayıt işlerinde sağladığı ve Arapların Türklerden sayıca çok daha üstün olduklarını ortaya çıkaran sonuçlar yanı sıra, Fransız otoritesinin Araplara karşı uyguladığı baskı ve terör eylemlerini zikretmiş, raporunu 30 Temmuz 1038 tarihinde göndermişti.
Aynı ayda Avrupa’da savaş tamtamlarının çalmasıyla birlikte, Fransa ve Türkiye aralarında bir dostluk muahedesi imzalamışlardı. Her iki taraf diğerine karşı oluşturulacak paktlarda yer almayacak Liva’nın bağımsızlığını kabul edeceklerdi. 18 Temmuz 1938 tarihinde uluslararası komitenin kovulması ardından seçimleri denetleyecek ortak bir komisyon kurmuşlardı. Bu komisyon seçim listelerini bir kez daha gözden geçirmiş binlerce Arap seçmeninin kayıtlarını sicillerden silmişti. Çağrısını yaptığı seçimlerin Araplar ve Ermeniler tarafından boykot edilmesiyle Türk listeleri atamayla galip gelmişti.
2 Eylül 1938’de sahte Liva Meclisi ilk oturumunu düzenledi ve başkanını seçerek Türklerden oluşan kabineyi kurmuştu. Böylece asimile aşaması başlamış, İskenderun Sancağı da “Hatay” olarak değiştirilmişti. Arapların tehcir edilmesi, demografik kimliğiyle oynanması, Arapça diliyle eğitime son verilmesi, içindeki hükümet işlemlerinin tümünün iptal edilmesi, resmi para olarak Türk lirasının kabul edilmesi Milletler Cemiyetinin koyduğu sitemi ihlal ediyordu.