ŞAM – Eylül ayının Filistinlilerin belleğinde özel bir yeri var. İsrailli düşman bu ayda Filistin halkına karşın bir sürü katliam uygulamıştı.
Katliamların karşısında uluslararası toplum ve kanunlar devamlı suspustu. Ve bu katliamların en vahşisi Sabra ve Şatila katliamı olacaktı.
Lübnan’da kırk yıl önce vatanlarından göç ettirilmiş Filistinlilerin uğradığı bu kıyımı İsrailliler yanı sıra onların Lübnan’daki yerel işbirlikçilerinin elleriyle uygulanmıştır.
16 Eylül 1982’de başlayan ve üç gün süren katliam bir çok ürkütücü detay barındırıyor. Eylül’ün 16’sında “Lübnanlı Kuvvetler” ve “Güney Lübnan Ordusu” adlı silahlı örgütlerden bazı gruplar Şatila kampına ve yanı başındaki Sabra mahallesine gecenin karanlığında saldırarak buldukları bütün Filistinlileri ve Lübnanlıları katletmeye başladılar.
Daha sonra bu saldırının zamanın İsrail Harp Bakanı Ariel Sharon’un bizzat koyduğu bir plana göre gerçekleştiği anlaşıldı. Semir Caca liderliğindeki “Lübnanlı Kuvvetler” örgütü katliamda kullanılan en önemli edevatlardan birisiydi.
İsrailli işgal ordusu cinayet yerini ışık bombalarıyla aydınlatarak “Lübnanlı Kuvvetler” üyelerinin işini kolaylaştırmıştı. Bir çok aile uyurken yok edildi, çocukların kafaları kesildi, yüzlerce sivil katledildi.
Tanıkların rivayetleri bir çok kişinin organlarının kesildiğini, bir çok kadının katledilmeden önce tecavüze uğradığını vurguluyor. Kamptan kaçmaya çalışan siviller olay yerini kuşatan İsrailli askerlerin tehdidiyle geriye dönmek ve kaderleriyle yüz yüze kalmaya mecbur edilmişlerdi.
Ancak 18 eylül sabahında dünya katliamdan haberdar olacaktı. 3500-5000 arasında sivil şehit düşmüştü. Aralarında çok sayıda çocuk, kadın ve yaşlılar vardı. Hepsi silahsızdı.
İşgalci hükümet kendini kamuoyu önünde aklamak için bir araştırma komitesi kurdu. Komite Ariel Sharon’un “Endirekt” sorumluluk sahibi olduğu kanısına ulaştı. Nitekim Sharon’un katliamdan haberi vardı, onu engellemek için bir şey yapmamıştı. Aynı zamanda bir sürü İsrailli sorumlu eleştirildi.
2012’de Newyork Times gazetesinin yayınladığı bazı belgeler Amerikalıların katliamda olası bir rol sahibi olma ihtimalini göz önüne serdi. Zamanın ABD’nin Başkanının Ortadoğu Temsilcisi Maurice Draper, Sharon’la görüşmüş, İsrailli ordunun sözde teröristlerden temizlemek için gireceği kampların listesi kararlaştırılmıştı. Sharon “Herkesi öldüreceğiz, kimsenin onları kurtarmasına izin vermeyeceğiz” dedi. Buna cevaben Draper, “Onların hiç birisini kurtarmayı düşünmüyoruz” diyerek katliamı onayladığını göstermişti.
İsrailli vahşet burada durmadı, her geçen gün kendini daha açık bir şekilde ifade ediyor. En son kanıt çoğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 2170 şehidin düştüğü Gazze saldırısıydı. Uluslararası toplumun suskunluğu kuşku verici bir şekilde devam ediyor.